2.01.2009

Dikkat Yemekteyiz: Ayı Çıkabilir, Kıl Düşebilir

İzlemeli gömmeli blog olayına girmişken, "Yemekteyiz" ile başlamamak olmazdı tabii ki.


"Reality Show" hırsıyla memleketteki dejenerasyona açık ara öncülük eden şov tv'nin yapımı olduğunu, kanalını bilmeseniz de söyleyebilirsiniz bence. Dejenerasyon, önceki jenerasyona bakıldığında çok da kötü olmayabilir. Mekan Türkiye olunca, dejenere olduğumuz için üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Zaten, özenti gençliğin 10 yıl sonraki kurtuluşumuz olduğu görüşümü bilen bilir. Gel gelelim şov bunu kötü yaptı. Suçlamak zor, halkın seviyesi ortada ama, vizyonsuzluğumuz, zamanında yapılan büyük devrimler gibi, koca adımlar atmaya müsait hale de getiriyor bizi. Yani Show Tv, "reality show" kavramını, izleyiciye "Yuh lan yuh, şerefsize bak!" dedirtmek üstüne kurmasaydı, bugün ekranlarımız daha kaliteli olabilirdi. Çünkü önemli bir çıtaydı; ülke neresi olursa olsun televizyonun son gününe kadar gideri olan bir format "Reality Show". Bütün alışkanlıklarımızı baştan aşağı değiştirdi, insan ilişkilerimizi yeniden yapılandırdı. Bunda reality'nin -ity kısmının yapımcılara fazla gelmesinin ve şovu gerçekmiş gibi servis etmesinin payı da büyük.

Yemekteyiz de, BBG'den sonraki en başarılı reality show olarak, yine Show Tv ekranlarında dönüyor. Hatta bugün onlarca alternatifi olduğu halde, 2. BBG eviyle kapıştığını söyleyebilirim. Türü şaibeli aslında. Reality Show/Magazin olarak geçmesi daha mantıklı. Zira en az "Var mısın Yok musun?" kadar izleyen için anlamsız bir program. Üstüne "yarışma" deniyor. Hem de yemek yarışması. Seyirci ne tadabiliyor, ne koklayabiliyor, haliyle de ne görüşünü bildirebiliyor (sms oylaması falan), ne de doğru söyleyip söylemediklerini bilebiliyor. Sezercik gibi, lokantanın camına yapışmış aç misali televizyon camına yapışılıyor. Yemeklerden çok birbirlerini nasıl yedikleriyle ilgileniliyor. Metni bizimle birlikte o an izliyormuş gibi yazılan dış ses de "haftanın şıkları ve rüküşleri" ekolünden. Mutfağa gider gitmez bir çekiştirme başlıyor, dedikodu gırla. Üstelik "format bu" diye savunulabiliyor. Ben senelerdir bunu anlayamadım zaten. "Format bu" ne lan? Format yere bozuk para atsa eğilip alacak mısın? "Format bu abi" diye arkandan biri hallense, "format bu" mu diyeceksin? İşte tam da bu "legalleştirme" kabiliyeti televizyonu olağanüstü kılıyor.

Yemekteyiz'in formülü süper. 1 adet feminen homoseksüel, 1 adet gizli gerçek homoseksüel (Burt Lancaster, Rock Hudson, Morrissey gibi maço figürler) ya da arıza adam, 1 adet karta kaçmış menopoz teyze, 1 adet orta ayar kadın, 1 adet de gideri olan hatun. Hepsi kast. Zamanında bunu Asuman Dabak'ın "İtirazım Var" isimli saykedelik programında da görmüştük. "Ulan ne insanlar varmış be, şükür halimize" derken, kendisine gelen telefonlardan ivmelenen yüce RTÜK'ün dürtmesiyle programın kurmaca olduğunu belirtmişlerdi. Zaten bundan kısa süre sonra da ATV progamı bırakmak zorunda kalmıştı. Yani her reality show'un bir prodüksiyonu, kastı, senaryosu var. BBG dahil. Koyun gibi izlemiştik onu da. Seneler geçti üstünden, artık maymun gözünü açsın. Açsın ki, kurarken daha yaratıcı olsunlar. Daha çok masraf yapıp, daha kaliteli prodüksiyonlara imza atsınlar. "Ne versek onu izliyorlar" güvencesi çıksın akıllarından.

Yemekteyiz'de de; feminen homoseksüel kırılıp dururken Seda Sayan gibi/kadar dobra olmaya çalışıyor, karta kaçmış teyze erkeklerle iyi anlaşıp kadınları deli gibi kıskanıyor. Gideri olan hatunumuz "naalaaka yane" deme görevini üstlenirken, gizli gay maçomuz ortamı domine etmeye çalışıyor. Orta ayar kadın ise en işlevsizleri. Hep aynı terane. Görünüşte her hafta değişiyor yarışmacılar, ama değişen hiçbir şey yok. Aslında değişen hiçbir şey olmadığı için yarışmacılar her hafta değişiyor. Bunu fark etmeyelim diye yani. İllüzyonun en kralını yaratan bu ekrandan ekmeğini yer. Bunun en güzel örneği de Okan Bayülgen'dir. En doğru en samimi en düzgün o gibi gerçeğe en yakın illüzyonu yarattı ve hala buralarda bir yerlerde. O kadar başarılıydı ki bu konuda, "Televizyonda gördüğünüz hiçbir şeye inanmayın" dediği halde biz ona inanmaya devam ettik.

Biz bunları gerçek gibi izliyoruz. Ciddi ciddi tartışıyoruz, konuşuyoruz, vakit ayırıyoruz. Halbuki senaryo belli. Dizi gibi izleyeceksin bunu. Ama yok. Kaptırmayı seviyoruz. Sanırım bunun sebebi de toplumun entelektüelite seviyesinin düşüklüğü. Tatmin olabiliyor bu programdan. Dedikodu ona hitap ediyor, tanımadığı insanların ne yiyip içtiğini merak ediyor, kim kime laf sokacak, hangi tabaktan kıl yün çıkacak, kim ayılık yapacak bunlara bayılıyor. Birkaç bin liralık soğan cücüğü çapındaki prodüksiyondan milyon dolar kaldırılmasına zemin hazırlıyor. Ben de arada izliyorum. Çünkü kız arkadaşım izliyor. Kız kardeşim izliyor. Konuşuyorlar, ilgileniyorlar. Trip yapıp kapattırıyorum, iki dakika sonra yine açılmış oluyor. Ben de geçenlerde yarışmacılardan birinin evinde gördüğüm müthiş ankastre mutfağa imrenirken buldum kendimi. "N'oluyor lan" dedim silkelendim. Öyle zehirli pis işte bu kutu. Salak kutusu değil, salağa yatan kutu. Uzun süre bakınca etkisi altına almaya başlıyor.

Tüketim kültürüne hitap eden bu programlardan eğlence alıp kapamak mantıklı. Bu programın "Haydi Gel Bizimle Ol"da eleştirilmesinin bir önemi yok. O da bir televizyon programı, onun senaryosu da bu. Hatta İsmail YK'nın konuk olduğu bir televizyon programı.

Dediğim gibi, "Yemekteyiz" güldürüyorsa ne güzel. Hayat yeterince sıkıcı. Ama Hasan Bey'in kendisine değil de yaptığı yemeğe bakıyorsanız, pilav üstü kurufasulyeli sofraya oturunca kendinizi "Yemekteyiz"de hissediyorsanız, o kadar yakından izlemeyin. Bu program tamamen hayal ürünüdür ve özdeşleşmemeniz gereken karakterler içerir. Hayat yeterince sıkıcı dedik, daha da sıkıcı hale getirmemek elinizde. Arz ederim.

0 yorum: