5.02.2010

Miyagi Etkisi


Miyagi San'ı bilmeyenimiz var mı? Yok sanırım. Hani bizim oyuncularımız hep rolün üstlerine yapışıp kaldığından yana serzenişte bulunurlar ya, rahmetli Pat Morita ne yapsın? Adamın adını bile az önce IMDB'den öğrendim.


Karate Kid'de parlayan üstat, aynı zamanda bir komedi adamı olmasına karşın, hayatının geri kalanını, 2. sınıf sikko filmlerde birbirinin aynı sensei rolleri ile geçirdi. Hep mütevazi, esprili, bilge adamdı. Kah insan eğitti, kah köpek.


Hatta yine tesadüfen denk geldim; bizim Colgate Misvak reklamının orijinali bile onunmuş sdklfjsdk.


Ve düşününce, bütün bunların tek sebebi, ingilizce konuşabilen akça pakça bir çekik gözlü olmasıydı. Yine de bu onu şov dünyasında var eden tek şeydi. Sürekli tek renk şile bezine sarılı dolaşan özhakikijapon ninjaların amerikan ninjalarına yenildiği, kendine inanmaya başlayıp içindeki potansiyeli keşfeden ezik çocukların kahraman olduğu, testosteron seviyesinin bir çift kadın bacağı ve memesi ile perçinlenerek nefes alınamaz hale getirildiği, köpeklerin dedektif olduğu 2. sınıf filmlerin, IMDB'de bottom 100 listesinde olan filmlerin, user rating'i 2.7'yi geçmeyen filmlerin üstadıydı o. Gocundu mu? Hayır. Kendi habitatının kralıydı. İşte bu faktöre "Miyagi Etkisi" adını verdim.


Bizimkiler, kendi habitatlarını göremiyor maalesef. Hep sevilen bir rolün üstlerine yapışmasından, sürekli aynı tipte rollerin gelmesinden yakınıyorlar. Yahu bir sorsana kendine. Belki de giderin budur? Bunun için varsındır? Zaten daha fazlası elinden gelmeyecektir? Gelse de bir 3. dünya ülkesinde yaşıyorsundur? Öten berin bellidir. Şimdi bu gözle, tekrar bakın.


Not: Karate Kid'deki toy piçin, filmi çekerken 23 yaşında olduğunu biliyor muydunuz?

30.01.2010

Selam!

Merhaba gençler ve genç kalanlar...

İki ibneyle giriştiğim bu kokuşmuş bilog'a yeniden can vermeye karar verdim. "Haa böyle bir şey vardı hagaden." diye hatırlayın istedim. Bir de twitter hesabı açtım. Buradan ilgilenebilirsiniz.

Önümüzdeki günlerde görüşmek üzere, vizyonda kalın.

25.07.2009

Kim O Musun?

Aksaklıklara ve imkansızlıklara rağmen çektiğimiz ilk kısa filmimi paylaşabiliriz sanırım bilogumuzdan.



İyi seyirler.

21.07.2009

Gökhan Özentilik LTD. ŞTİ.

Star'ın yeni yaz bombası yarışması Süperstar Aile. Yarışmacılar arasında baba-kız da var, kuzenler de var. Otobüste göt göte değmeniz yetiyor yarışmacı olabilmek için. Şimdi çok şaşıracaksınız sıkı durun: Şarkı söylüyorlar!!!!!11 Meltem Cumbul sunuyor, sunumunu zayıf buluyorum ama bacakları güzel. Kendini ispat etmiş, boş zamanlarında hobi olarak Londra'da yaşayan kültürlü ve görgülü birisi kendisi. İlk hafta babasıyla şarkı söyleyip babası üstünden prim yaptı. Her hafta etek giydirildiğini de fark edebilecek seviyede bir zekaya sahip olduğundan eminim. Böyle bir prodüksiyonda niye böyle seksi unsur olarak konu mankeni olmayı kabul ediyor bilmiyorum. Ajda Pekkan hakkında bir şeyler yazmıştım fikirlerimi biliyorsunuz; Saba Tümer de çok şanslı bir kadın, yorum yapmayacağım, onu daha sonra tek başına ele almayı düşünüyorum. Kazanılan para giderleri karşılamıyor mu nedir? Yapmayın etmeyin rica edeceğim, benim içim acıyor. Neyse, bu yazının sebebi Gökhan Özen. Jüri olarak izliyorum da kendisini, oturuşu falan değişmiş, belinin üstünde oturuyor, tam bi otorite gibi millete ne yapıp ne yapmamaları gerektiğini söylüyor. Firmware güncellemesi yapmışlar sanırım sdlkfjsdflk.


Sevgili Jüri Üyeleri,

Sizler, akademik olmayan, sanatsal kaygı taşımayan, yarışmacılardan hiçbirinin başarını umursamayan, geleceklerini zerre sallamayan, "en çok reklam = en güzel program" mantığıyla yapılan prodüksiyonun seçtiği, prodüktörün seçtiği, parası olan adamın ne kadar para koktuğunuza bakıp seçtiği sıradan bireylersiniz. Herbiriniz bir izleyici kitlesine hitap ediyorsunuz.

Parası olan adamın sizi o koltuklara oturtmuş olması, sizi Berklee mezunu yapmamaktadır. Otorite yapmamaktadır.

Arz ederim.

3.06.2009

Terminator: Salavat Getir Pezemenk

Öncelikle bana bu kalbi kadar temiz filmi özel gösterimde -üstelik ücretsiz- izleme şansını sunan Ekşi Sözlük (İlk defa bi işe yaradı demek istiyorum delicesine.) ve MARS Entertainment Group'a teşekkür ediyorum. Şarap içmek ve antraktsız izlemek ayrı güzeldi.


Aşağıdaki yazı spoiler içeriyor haliyle. O yüzden okumayacaksan, filme git. Paranın boşa gittiğini hissetmeyeceksin. Hissedersen de senin "sinema" algına sokayım ben sdlfkjsdlk.


Filme gelirsek, yönetmenlik açısından çok hasta sahneleri vardı. O giriş sahnesi, özellikle John Connor'ın helikopter düşüş sahnesi, sinema tarihinde denenmemiş bir boktu sanırsam. Bunun gibi çok sağlam başka sahneler de var ama hepsini anlatıp piç etmeyeyim. McG gibi buna en yakın yönetmenlik denemesi "Charlie's Angels: Full Throttle" olan bi mal için genel olarak iyi bir film çıkmış. Tartışmasız derecede vasat üstü. Yönetmenliğini sevdim, çıkar onu bebeğim, hadi gel bize gidelim sdlfjsdflk. Vermiş coşkuyu vermiş coşkuyu. Hollywood klişelerini elinden geldiğince törpülemiş. Patlattıkça patlatmış. Gerçi bakış açısına göre ciddi bir sorun da söz konusu olabilir. Zira bir John Connor filminden çok Marcus Wright filmi olmuş gibi. Önüne geçmiş. Yani filmi iyi ama böyle de bir durum var.


Christian Bale yine şahaneydi. Bana benziyor tam bi badass! Tek kusuru burnunun sağ gözüne yakın olan kısmındaki et beni bence. Onu aldırsa kral adam. Hayvan gibi perdede büyüyünce Christian Bale oluyor sana İzzet Altınmeşe. Döktürmüş diyebilirim ama, kolpa sahnesi yok. Kaç para aldıysa hakkını vermiş. Bu filmde John Connor'ın nasıl bir karakteri olduğunu, bulunduğu yere nasıl geldiğini anlatmışlar. Sıradaki filmlerde, tanıdığımız ve artık merkezdeki John Connor'ın faaliyetlerini izleyebiliriz bence. Diğer oyuncular da iyi gayet. Sıçan yok. Hıncal gibi tek tek övmeyeyim. Yalnız Bryce Dallas Howard her geçen gün daha da taşlaşıyor galiba.


Tabii filmin goygoy kısmı da çok. Gönülden bağlıyız diye seviyoruz, yoksa çok batar. Senaryonun zeka seviyesini düşük tutmuşlar epey. O yüzden biraz moron gibi ilerliyor ama göz dolduran sahneleri ile bunu örtüyor. Misal sinyal geyiğini yemeleri çok saçmaydı. Ben duyunca "Hadi len ordan..." dedim ama onlar yedi. Mıknatıslı mayınlar müthiş fikir fakat. Sırf onlarla aslında bütün şehirleri kurtarabilirler. Bence yanlarında taşımalılar 20 kiloluk silahlar yerine. Mıknatıs olayı üzerinde dursunlar yani. T3'te görmüştük ama aktif olarak kullanmak gelmemişti aklıma. Yalnız Marcus Wright'ın Skynet kontrol çipini çıkarma olayı, Kyle Reese'in yerini bulurken ağ bağlantısının kesilmemesi falan çok tıraştı. Olmayacak işler bunlar. Yüzdü lan adam sdlkfjsdlkfjs batmadı o metal yığını. Ne diyeyim daha. Bu arada "Terminator: The Sarah Connor Chronicles"tan hatırlayacağınız şu özel mermilerden de kullanmıyorlardı nedense. Skynet'in tank üretmeme sebebini anlamak da güç. Ya da düzenli orduya geçmeme sebebini. Ki savunma amaçlı tasarlanmış bir yapay zekadan bahsediyoruz. John Connor'ı kıstırmış içeri, hala 1 tane T-800 gönderiyor yok etsin diye. "Bak bakim beğencen mi. Yeni bu ben yaptım hehehe..." der gibi. Hani bırak birkaç terminator göndermeyi, John Connor orada, o bloğu olduğu gibi havaya uçurması gerekirdi. Kaybedeceği birkaç tenekenin hesabını yapacak değil ya? Yapıyor demek ki. Havaya uçurmayı geçtim, alıyor o duvara fırlatıyor tutuyor buraya atıyor. Yahu kırsana kafatasını beynini çıkarsana? Yok. Oynıcak illa. Direnişçilerin o helikopterleri uçakları mühimmatı nerede ürettiğini de ben ayrıca merak ediyorum. Yani böyle devam etsek sabaha kadar abuk sabuk bin tane şey buluruz. Her şeyi bi kenara bıraksan, en değerli adam John Connor, bok yedi başı gibi her bokta en önde gidiyor. Moto-Terminator'lar çok güzeldi.


"Metal"e doyduğumuz bi film bu lafın özeti. Terminator sevmeyenler/bilmeyenler zaten ilgilenmeyecektir. Fanatiklerse "T3'e bile gitmiş adamım lan ben..." deyip gideceklerdir. Hem T seven hem de sinemada izleyip izlememe konusunda kararsız olan varsa, "Git izle mutlaka olm." diyorum sadece. Metal evladı olan gider izler.

Üçlemelerin hep ikinci filminin müthiş olduğuna inanan bi kişiyim, onu bekliyorum artık.

23.05.2009

Merhaba Merhaba Ajda Pekkan



Henüz 63 yaşında. Eet henüz. Yani "oha hala genç!!!!1" demek için erken bence. Ben bildim bileli Ajda Pekkan'ın ne kadar genç olduğundan bahsediliyor. En iyi ihtimalle 10 sene evveli olsa 50 yaşında demektir. Çok yaşlı değil. Aynı şekilde "Ajda Pekkan filtresi" muhabbeti de bir o kadar eski? Hem kadın acayip zengin. Biz cd çalar nedir bilmezken kendisinin uzaktan kumandalı panjurları vardı. Sağlıklı beslenmesi ve formda kalması için yeterli miktarda parası vardı. Eli acaba en son ne zaman soğuk suya girmiş ya da "oha faturaya bak" demiş? Doğal yani neden yaşlansın ki. Medya da zerre yıpratmış değil. Bunlara rağmen zaten sayısını kimsenin bilmediği sayıda estetik operasyon geçirmiş biri. "mimik yapmıcammmm" diye de ölüyor hala. Ayakta zor duruyor. Kafa hep o tuhaf açıda. O donmuş balık bakışlarından yemin ediyorum ki korkuyorum. Aniden Thriller dansı yapmaya başlayacakmış gibi.

Parayı pulu rahatı geç gözüm yok süper loto tuttursam bile panjurlarımı kendim açıp kapamak isterim ama bu kadar estetik geçirmiş kendine obsesif derecede bakmış (gerontofobisi olduğunu düşünüyorum) birinin olduğundan genç gözükmesi son derece normal geliyor bana. Neyini takdir edeyim? Senin benim gibi olsun ama genç gözüksün, o zaman gitsin Tolga Gariboğlu Richard Alpert Hakan Peker üçlüsüne dördüncü olsun okey oynasınlar ama bu şartlarda bir esprisi yok. Dün konuşmalarını dinledim Beyaz Show'da. Yıl 2009 hala "auuu çocuklağr lütfeğn yapmağın" falan. Ajda Pekkan'ın "süperstarlık" müessesini reddederken şarkıcılık hayatının başındaymış gibi sarf ettiği sözleri mütevaziliğine değil, kendini 18 yaşında sanıp sonsuz dek yaşayacağını düşünmesine ve ilgisiz yaşayamayacak bir yapıda olmasına bağlıyorum.

Ajda Pekkan'ın şarkıcılığına gelirsek onda da aslında çok iç açıcı bir durum yok. Tanrı üretme yetisi de vermemiş bildiğim kadarıyla, arkadaşlarından aldığı şarkılarla yorumcu olarak devam ediyor sanat hayatına. Kendini geliştirebildiğini düşünmüyorum. Hep aynı vasat, risksiz/ruhsuz yorum anlayışı. Yine dün fark ettim ki artık güzel sesi de çıkmakta zorlanıyor, nefesi yetişmiyor.

Bir şarkıcıyı muhtelif sebeplerden çok sevmek onu "süperstar" yapmaz.

Ajda Pekkan bence abartıldığı kadar süper değil.

19.05.2009

Michael Jackson'ın BİM'de Satılanı: Justin Timberlake

Bugün annemlerle oturuyordum. Ferhat Güzel'in Begüm'ünü dinletecekken "Gerçi orijinalini bilmedikten sonra bir anlamı olmaz." dedim. Kardeşim "Biliyor." dedi. "Ha izledin mi?" dedim anneme, "Ohoo eski şarkı o." dedi koydu çocuğu sdlkfjdkslfjlk. Kadın, Frankie Valli söylediği zamandan biliyormuş meğer. Nostalji geyiğine bulaşınca Youtube'da sekmeye başladık. Sammy Davis Jr, Sacha Distel, Vicky Leandros derken Jackson 5'a geldik. Oradan Michael Jackson'a. Tüylerim tiken tiken oldu hemen. Negzel bi adam allam. Sen ben yapsak "Gerizekalıya bak ahah" dedirtecek hareketlerle kral olmuş bir adam. İzleyebilin diye Dailymotion linkini buldum.


Bir MJ daha gelmez, bu konuda herkes hemfikir sanırım. Ancak yanına yaklaşabilirler. Çünkü teknoloji ve şov dünyası ne kadar ilerlerse ilerlesin, sıfırdan yaratılacak şeylerin çok azaldığına, keşfinin zor olduğuna inanıyorum. Yarısını MJ icat ettiği için yaş o iş. Ancak başarılı bir yansıması var. O da JT. Yani Justin Timberlake. O dandik boyband'den kendini sıyırdıktan sonra geliştikçe gelişti. Timbaland'in prodüktörlüğünde, farklı olmanın pek mümkün olmadığı janrında kendi sound'unu oluşturmaya başladı. Cesurca yaratmaya devam ederse; gönüllerin kralı değil, popun yeni prensi de olabilir.


İmaj yerinde, danslar iyi, tip iyi, yorum iyi, müzik iyi. İnsanın tüylerini diken diken ediyor. On numara popçu. Oyunculuğu da iyi. Şimdi değil belki ama yarının MJ'ı olabilir. Kendini böyle geliştirmeye devam ederse MJ'ın eksik yanını da kapayabilir:



Yani/Çünkü tam bir piç sldkfjsldkfjlk. Tükürdüğünü yalamayı sevmeyen insanlardansanız, Justin Timberlake'i aşağılayasınız geldiğinde 1-2 dakika düşünme payı verin kendinize. Eleman harbi iyi.

Tarkan'a da megastar diyorlar ya sdlkfjsdfk neyse seviyeyi düşürmeyeyim giderayak.

1.05.2009

İsminizde Emrettiğiniz Üzre Özeniyorum Efendim

sinema sırtını teknolojiye yaslayalı çok zaman oldu. artık kanıksadık birçok teknolojik atraksiyonu bu sanat dalında. hatta teknolojiden yeterince faydalanmayan filmlere burun bile kıvırıyoruz.

teknolojiden sinemanın her zerresi nasibini alıyor elbette. misal ben sinemada fragman izlemeyi sevenlerdenim. fragmanlarda da teknolojik atraksiyonlardan yanayımdır her zaman. ve elbette film şirketlerinin introları. sanırım son dönemlerde animasyon teknolojisinden en çok nasiplenen kısım bu. öyle delikten kafasını uzatıp kükreyen aslan dönemleri geride kaldı gibi. bu konuda çok iyi işler çıkarıyor amerikan sineması. üstelik, filme göre introlar da yapılıyor. stabil değiller şirketler bu konuda. aklıma ilk gelen benjamin button'ın hikayesi'ndeki warner bros introsu mesela. ben beğenmiştim. güzel bir fikirdi. peki ya türkler? işte orada aklıma bir tek şirket ismi geliyor: özen film! izleyin:



abi naptınız siz yaa?! bu nedir allahaşkına, bu nedir arkadaş?! 2009 yılında, bu görüntünün, bu ses kalitesinin mantıklı bir izahını yapabilecek tek bir kişi var mı o kurumda? 1930'larda yapılan çizgi filmlerde bile kalite bundan yüksek be arkadaş! ne zaman sinemada bu introya denk gelsem, afakanlar basıyor beni! ya verin ortaokula giden bir çocuğa bu görevi, bundan üç gimlek üstün bir flash animasyon yapmazsa ben bu lafların hepsini yerim!

bu vesileyle, fida film'e de bu konuya özen gösterdiklerinden dolayı, bir sinema sever olarak teşekkürlerimi iletirim.

27.04.2009

Güzel Ne Güzel Olmuşsun Dövülmeyi Dövülmeyi

aaah ah nerde o eski yarışmalar? ailecek dizilirdik televizyonun karşısına, herkes tahminde bulunurdu o seçilecek, bu seçilecek diye, bir yandan meyveler yenir, bir yandan çaylar içilirdi. aile büyükleri lafı bir şekilde hülya'nın el koyulan tacına getirir, onun adına üzülürdü. babayla dayı jüridekilerin ne kadar şanslı olduklarından dem vurur; hıncal üzerine espriler yapardı. mayolu geçiş esnasında, karılarının gazabından korkar çıt çıkarmazlardı. o esnada evin ergeninin ne hikmetse çişi gelir, tuvalette bir müddet takılırdı.

şaka la olmazdı böyle şeyler. başlarım nostaljisine, bunun da nostaljisini yapacaksak ohoooo. ha ama derseniz, "ses dergisinin yarışması ne biçimdi ama yaa" diye, o zaman travis'e başvurun derim. ancak onun yaşı kurtarır o mevzuuyu lsdkfjlsdfjs.

mevzu şu aslında, geçen gece yatmadan evvel zap yaparken bir kızceyize denk geldim. tam ben o kanala geldiğimde, perküsyon çalıyorum dedi kızceyizimiz ve hemen arkasında duran tumbanın başına geçti. böyle yeşillik bir ortam burası. arkadan bir müzik verdiler ve kızceyizimiz başladı tumbanın sol tarafını dövmeye. ben de öyle yarı uyur bir halde bekliyorum ki bir atak yapsın, ne bileyim en azından tumbanın sağ tarafına da biraz meyletsin falan ama nerdeee. hanfendi, "tok toko tok toko tok toko" diye bir ritm tutturmuş, ki onu bile tutturamıyor, biteviye dövdü tumbanın sol yanını (sol yanım yoruldu anam sağ yana yaslan). o an gözüm kanal logosuna gitti gayri ihtiyari ve kanalın kral tv olduğunu gördüm. dedim heralde bir yetenek yarışması mı, bir ne bu?! o ara hanfendi hala o mittiş ritmi devam ettiriyor. bir iki üç dakika tumabının sol yanını dövüp, artık o sol yandan ona karşı bir atak gelemeyeceğine hükmettikten sonra, sağ yana da girişti. böyle bir sol yan, bir sağ yan, üç sol yan falan, dövdü durdu zavallı tumbayı. ben de sabırla bekledim olay nereye varacak diye. meğer bu hanfendi bir türkiye güzeli adayı değil miymiş a dostlar (aaaaa!). yaaa.

bacım sen ne yapıyorsun? sana kim dedi biz güzelin davulcu olanından hoşlanırız diye? hayır, bu tumba dediğin şey matah bir şey olsa, zamanında cem özer çalmazdı. sen sallasana orada dünya barışı, savaşlar dursun, sihirli değnekle hamur açmak falan diye?! ne işin var tumbayla, tulumbayla senin?! üşenmeyin bulun o görüntüyü arkadaş. ya da ne bileyim bekleyin kral tv karşısında elbet denk gelirsiniz. sinirlerinizi sınamak için bundan daha büyük fırsat bulamazsınız.

videoyu bulamadım ama kızceyizimizi buldum. aha burda!

21.04.2009

Her Eve Lazım Değil



Yolu gündüz televizyondan geçmiş herkes en az bir kez "Her Eve Lazm" ile karşılaşmıştır. Gitti Gidiyor'da çok daha kalitelileri yarı fiyatına kolaylıkla bulunabilecek abuk sabuk 3. sınıf Tayland Çin Kore mallarını %300 karla kaktırmaya çalışıyorlar. Zinbo 1600 Watt Süper Penis Büyütücü, Pollyanna Pozitif Yaşam Seti, Orrayt Çift Hatlı Kendiliğinden Çaldırıp Kapama Fonksiyonlu Cep Telefonu, Bitanebilekılkalmadı Epilasyon Seti, Axxo Rip'i Divx'i Full HD Kalitesinde Gösteren Mokoko Divx Player vs. şeklinde ürünler. Sahrap Soysal ve Ziya Kürküt sunuyorlar.

Ziya Kürküt'ü seviyoruz, itiraf edelim. Sevilmeyecek bir adam değil. Eğlenceli, samimi, geyik. Sahrap Soysal ise, yaşlanmış Esra Ceyhan halleriyle, bu blog yazısının konusu maalesef ki.

Belli ki bir kimya yaratmaya çalışmışlar. Kah Sahrap Hanım'n kafası teknolojiye basmadığı zaman devreye girsin, kah erkekleri de ilgilendiren ürünleri tanıtsın diye Ziya Bey programa monte edilmiş, neşe katıyor. Sahrap Hanım da ağırlıklı olarak kadınlara ürünler sunan bu satış programında bilgilendirici teyze rolünde. Ve fakat o ne samimiyetsizliktir yüce rabbim.

Reklam böyle bir şeydir, tamam. Ürünü pompalarsın, olayı odur, eyvallah. Reklamın özünün objektif ve samimi olmadığı bir gerçektir. Ama Sahrap Hanım'ın yaptığı şeyin adı "reklam" değil bence. "Söylediğin en iyi yalan, inandığın yalandır." sözünü doğrularcasına paralıyor kendini ekranda. Kameranın içine baka baka, "Süper bir şey bu ya!", "Sence de mükemmel değil mi Ziya?", "İnanamıyorum, bu ufacık alet mi yapıyor bunu??? 3 yıl mı gidiyor şarjı? İnanamıyorum Ziya!!!" gibi birbirinden beter hallere bürünüyor. Ziya Kürküt de "Tabii tabii, müthiş bir şey her eve lazım. Uzaya göndersen atmosferden geçecek kadar sağlam biliyor musun?" falan diyor. Ciddiyetten eser yok adamda, geyik arasında ürünü pompalıyor. Dediklerinin ne kadar ve daha önemlisi hangi cinsten ciddiye alınacağını gayet dürüstçe kodluyor, gerek tonlamasıyla, gerek vücut diliyle. Sahrap Hanım'sa gerçekten gerizekalı olabileceğimizi düşünüyor (ki iki üç senedir bu programın olması, kanalın açık olması binlerce gerizekalı olduğunu gösteriyor.) ve buna gönülden inanıyor. O an o iş reklam olmaktan çıkıyor; insanların gözünün içine baka baka yalan söyleme moduna geçiyor. Sahrap Hanım da iticiliğin dibine vuruyor. Resmen iç kaldırıyor.

Keşke birileri bu kadar ciddiye almasa da maaşının verileceğini kendisine söylese.