sene tam olarak kaç hatırlamıyorum. uzunca bir süre eğitimim için ailemden uzak kaldığımdan fark edemediğim bir şeyi, akşam televizyonun karşısında elimde kumandayla camız gibi yatarken fark ediyorum. babam geliyor odaya ve "bak bakim aliye başlamış mı?" diye soruyor. dizinin adı başka da olabilir; dediğim gibi yılı tam hatırlamıyorum. ben kilitlenince, babam duymadığımı düşünerek tekrar ediyor: "bak bakim aliye başlıycaktı, aliye". ben okula başlamadan önce sadece haber, spor, belgesel ve kovboy filmleri izleyen babamdan, bir de ibo şov, o lafı duymama denk gelir televizyondan soğumam. o günden sonra kendisiyle long distance relationship şekline bürünen ilişkimiz; söz konusu olayın üzerinden birkaç ay geçtikten sonra tamir edilsin diye bir tamirciye teslim ettiğim 37 ekran televizyonu tamircide unutmamdan dolayı tamamen bitti. hayatımı, "sahip olduklarını bırak; dönerse senindir, dönmezse hiç senin olmamıştır ki akıllım" gibi tırto bir düşünce üzerine kurduğumdan, bu ilişkinin bitmesi sürpriz değildi elbette. zaten "beyaz cam" gibi tamamen sallapati bir sıfatla geçiştirilmiş bir cihaza saygı da duymam ben.
bunu neden anlattım derseniz, bu blogun 'cast'ındaki yerimi bilin diye derim. yani ben bu blogda, jenerikte adının önüne "ve" koyulan bir aktör gibi olabilirim ancak. gerçek aktörler sevgili t&t ve kankam redyohedbengır'dır. bu vesileyle: hoşbulduk kanka.
redyohedbengır'ın bergüzar hanım ve halit bey hakkında yazdıklarını okuyunca, aklıma yıllar önce sözlükte, yine kendisinin açtığı başlığa yazdığım şeyler geldi. (burada) bu insanların bu kadar pervasızca yaşamalarının ana nedeni sanırım beyaz camın diğer yanında her şeyin mübah sayılması. toplumda böyle sakat bir algı yaratıyor bu cihaz. eğer onun içindeyseniz, izleyenin kendi dünyasında asla kabul görmeyen her şeyi yapabilirsiniz ve kendi dünyasına bunları sokmayan 'izleyen' bunu yadsımaz. hatta alkışlar. sırf eşcinsel bir aktöre benzediğini söyledi diye arkadaşını gözünü kırpmadan vuran adam, söz konusu mehmet ali erbil'in şakaları olunca, kendisine yapılsa bile, alkışlar. şu anda televizyonları istila eden, minimum maliyetle maksimum karı elde edebildikleri programlar sanırım gücünü bu bozuk algıdan alıyor. o yarışmamsı programlara katılanlar, artık camın öte yanına geçtikleri için her şeyi yapmakta serbest hissediyorlar kendilerini (bu programlardaki yarışmacıların ajanslardan para karşılığı gelmesi bu gerçeği değiştirmiyor bence. çünkü profesyonel oyuncular değiller) ve malesef yapımcıların da gazıyla işi zıvanadan çıkartıyorlar. çünkü yapımcılar şunun farkında: bu programların izlenmesinin sebebi, sıradan insanın birgün kendisinin de camın öte yanına geçebileceği umudunu canlı tutmak ve kendinden daha 'salak' olanı izlemenin cazibesi.
yılbaşı ertesi çalışmamanın rahatlığıyla iki gün boyunca gündüz kuşağını izleme fırsatım oldu. yemekteyiz'i izlemekti amacım ama bir programa denk geldim ve gerçekten şaşırdım. programın adı "komşu komşu". mantık yemekteyizle aynı. yine sıradan insanlar, yine yarışıyorlar ve yine dedikodu var. bir apartmanda komşuculuk oynanıyor, bir sabit aileler var, bir de her hafta değişen bir aile. sabit olan aileler seçici ve her hafta gelen aileleri değerlendirip puanlıyorlar. benim izlediğim bölümde genç bir çift var (ben son iki günlerini izledim) erkek olan şarkıcı olmak isteyen bir genç olduğundan kamera her döndüğünde şarkı söylemeye başlıyor. kız da yılbaşı eğlencelerinden anladığım kadarıyla dansöz olmak istiyor. çok hırslı sallıyordu kalçalarını oradan anladım sldkfjldksf.
neyse efendim bu programı izlerken ilk dikkatimi çeken şey, bu insanlar profesyonel olmadığı halde, kamera önündeki rahatlıkları oldu. bu bana göre dehşet bir durum. ülkenin yarısından çoğu sanki hayatlarında hep kamera varmış gibi yaşıyor bilmiyorum farkında mısınız? ben sırf kendim izleyeyim diye çektiğim kamera kayıtlarını izledim bunun üzerine, elimi kolumu nereye koyacağımı bilmiyorum. gördüğüm kadarıyla yakın çevrem de böyle. düğünlerde dikkat edin, halaya durmuş o yiğitlerin ayarını hep kendilerine doğrultulan kamera bozar. o andan itibaren senkronizasyon bozulur; herkes ne yaptığını bilmez bir hale bürünür. paralize olur bütün koçyiğitler. ki o kaydı sadece yakın çevreleri izleyecek. ama bunlar bir acayip. rahat oldukları gibi pervasızlar da.
dedim ya algımızı bozuyor diye. o programdaki bir olayı anlatayım. şimdi o genç çiftten hanımefendi olan kıskançmış efendim. bu komşular evlerine ilk gittiğinde de kızlardan birine kıllanıp bunu dile getirmiş. ya bu bile başlı başına bir olay. insan utanır bunu söylemeye yahu. neyse işte, bunları şarkılar türküler eşliğinde uğurladıktan sonra değerlendirme esnasında öğreniyorum ben bunları. konu buraya gelince, yılbaşı eğlencelerini gösterdiler. mevzu göbek atmaya geldiğinde şarkıcı oğlanın hanımı attı kendini ortaya döktürüyor. bu sefer o kıllandığı kızın annesi kızını dürtükledi oynasın diye. o da çıkınca ortam aşık atışmasına döndü. ben hayatımda bu kadar hırsla sallanan iki kalçayı bir daha görebileceğimi sanmıyorum. perdeler sallanıyordu rüzgarlarından. bu sahne geçtikten sonra değerlendirme devam ederken konu o kızın oğlana kur yapıp yapmadığına geldi. kız şöyle dedi: "sonuçta biz seçici aile değil miyiz? her şeylerini test ediyoruz işte, ben de çocuğa yeşil ışık yaktım (!) bakayım ne kadar sadık onu test ettim hemen düştü". bunun üzerine oradaki abilerden hiçbiri kalkıp bir tane çakmadı bu kıza mesela. lan evli bir adama kur yapmak hadi tamam. bunu marifet gibi söylemek nasıl bir aymazlıktır? işte bunun yegane sebebi bence bu televizyon denen cihazın her şeye, ama her şeye meşruiyet kazandırmasıdır.
bu arada kız da güzel kız. yani şöyle söyleyeyim, yeşil ışığı beklemez sarıda bi kornaya basarsın lsdkflksdjfls.
bak bunu yazarken aklıma bir fikir geldi. "sadakatsiz" diye yarışma yapsak ya? misal evleneceği adamdan/kadından tam emin olmayanlar başvursun diğerinin haberi olmadan, bizim elemanlarımız da diğer tarafı baştan çıkarmaya uğraşsın. nasıl fikir kanka? bence iş yapar. gerçi diğerinin haberi olmadığına nasıl emin olacağız değil mi? hmmm aslında sen bu televizyon dünyasına uzak değilsin, biraz düşünsen bu bugları halledersin. büyük para kazanabiliriz sdlfjdlsfjs.
algınızın değil sadece alıcınızın ayarlarıyla oynamanız dileğiyle. esen kalın.
15.01.2009
Camın Öte Yanı
gönderen: kaba şimşek saat: 00:22
etiketler: beyaz cam, kaba şimşek, komşu komşu, reality show, sadakatsiz, televizyon
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
o berbat cümleyle final yaptığım için herkesten özür dilerim.
kanka güzel yazmışsın. ama burada bi açmazımız var: bu kızın ağzına mı çakmalı, yoksa düşen herifin mi ağzına çakmalı; televizyonda çakılmalı mı? bu da medeniyet baskısı için gelsin: birisine çakılır mı? yani tokat manasında. böyle huzursuz bi ortam var aslında, televizyon da bizim etik sorunlarımızı yansıtıyor galiba. görüntüyü ters algıladığımızdan, bu ekran da çarpıklığı yansıtıp veriyor galiba.
format fikrine gelince, mitiş. hemen bi ajansa başvurup evlenecek bi çift yaratmalıyız.
ahdsjkhakjds
'sadakatsiz' fikriyle alakali konusacak olursam: ben bu tur ironik fikirlerin dillendirilmesinin bir gun onumuze surulebilme potansiyeli oldugunu dusunuyorum. tipki herhangi bir bagimliligi/kotu aliskanligi atlatmis insanlarin o surecte yasadiklari muspet ya da menfi olaylari iceren otobiyografilerinin, cig beyinler tarafindan okunup bagimlilikta -veya herhangi baska konuda- yeni taktikler gelistirmelerinde etkili oldugunu dusundugum gibi. kitap hadi neyse, daha bir ekstra efor sarfedilerek elde edilmis bir arac. yani adam zaten bu ise kafayi takmis, arastirmis, parayi basip aliyor. onune gecmesi biraz zor. ama televizyonu kisitlamak daha da bir zor. en azindan ebeveynler icin. yani ben ki bazen sadece evde ses olsun diye televizyonu acan bir insanim. ilerde colugum cocugum oldugunda bunun onune nasil gecebilirim sayin dumen? cocuga yasina uygun baby tv'yi izletelim sadece tamam, ama bu zamanin cocuklari cin gibi. kumandayi kesfettikten sonrasi allah kerim. nereye kadar onune gecilebilir ki televizyonun kitleleri pesinden surukledigi kudretin?
bardağa dolu tarafından bakalım moralite. yapsınlar bu programı, bu blog sayesinde çatır çatır telifini alabiliriz. kaleyi içten fethetmek gerekli bi yerde. çivi çiviyi söker.
diğer ikilemin için konuşmak gerekirse, bence yine aynı açmaza geliyoruz. bebenin ağzına çakmalı mı, çakmamalı mı? yani çocuğu popüler kültüre teslim etmek mi gerekli, ebeveynin yeraltı kültürüne mi adapte etmeli? çocuğu ait olduğu topluma mı teslim edelim, kendi bakış açımızla assimile mi edelim? yaa yaa...
tamam o zaman, siz yarin ilk is bu sayfayi noterden tasdiklettirin. gerci internet hukukunu da tam bilmiyorum ama telif icin kod mod gosterilmez herhalde? ahsjdajkd
vallahi ben yeni nesildeki yavsakligi ve bir o kadar da aymazligi gordukce, sagduyu sahibi olmayan hic kimseyi populer kulture teslim etmeme taraftariyim. ama 'cakma' yani 'tokat atma' konusunda siddete karsi degilim. kendi bebeligimle su neslin bebelerini kiyasliyorum da, oyle ukala ukala konusan, bilmis yeni yetmelere sumsugu yapistirmadigim her olayda pismanlik duyuyorum. arog'da da ne guzel demisti dimi: "tekdir ile uslanmayanin hakki kotektir"
bence elemanın da ağzına çakmalıyız, hatunun da. ama hatuna iki çakmalıyız. zira evli bir adamı ayarttığı yetmiyormuş gibi bunu marifetmiş gibi anlatacak pervasızlığı yüzünden bunu hak etti.
moralite'nin evladı ile ilgili endişelerini anlıyorum elbette ama ben insanların çocuklarını, sakıncalı buldukları şeylerden tamamen izole ederek koruma güdüsünü anlamıyorum. bence bırak çocuğun görsün moralite bu tarz şeyleri. sen sadece ona bunun kötü olduğunu anlat. hem ne kadar izole edebilirsin ki? dört yaşındaki yeğenim gittiği her evde "bez bebek"in olduğu kanalı bulabiliyor tam iki yıldır. hiç de zorlandığını görmedim. kendisinden bir yaş küçük kuzeniyle msn üzerinden birbirlerine ikonlar yollayarak muhabbet edebiliyor. bir de isimlerini yazabiliyorlar. sen bu teknolojinin içine doğmuş bebekleri istesen de izole edemeyeceğine göre, kötüyü görmelerine izin verip, onun kötü olduğunu anlatmaktan başka çaren yok bence. artık bünyesi ne kadar kabul ederse. bir yerden sonrasını karma'ya teslim etmek zorundayız. ama emo olursa bizi de çağır seve seve döveriz sdlfjlsfdk.
Kaba simsirim, sadakatsiz hayallerin yatabilir, zira yapildi onun cesitlemeleri. Misal; ciftler bir adaya alinir, sonra ayri yerlere yerlestirilir, erkeklerin oldugu ortamda Jenna jameson ayarinda hatunlar 24 saat kur halinde, hatunlarin oldugu tarafta 6 parce baklava mideleriyle Markus Sekenberg tandansli yigitler ayak masaji halinde. Sonunda ne mi oluyor? Abicim heriflerin hepsi kutur kutur o hurileri siktiler, bunlari izleyen daha dogrusu izletilen karilar da intikam olsun diye Markuslara verdiler ahahaha Sokayim sadakatine yani... Televizyondan bahsediyoruz.
Madem program pazarlanacak, sana 2 sene once dedigimi yapalim ; Unlulerringe ciksin. Legal bi bicimde birbirlerini dovemek isteycek tonla turkucu sarkici var. Al en baba fikir bu, Popstari yapan duduk yerine biraz da biz zengin olalim....
Ya en iyisi birakin televizyonu falani filani da gidelim Frankkfurtta kucuk bir koye yerleselim. Havasi insani guzel oranin, yore benzersiz ahaha
e birader gidip rusyada bu işi yapan adamlara, arkadaşım biz bu formatı parası neyse verip türkiye'de yapmak istiyoruz dedin mi? belki aldı birisi türkiye haklarını? bunu bilemiyoruz ki.
hem bu formatla ilgili ciddi çekincelerim var benim. her şeyden önce nem kapma konusunda mütehassıs bir rtük'ümüz var. çünkü sevgili devletimiz, bizim neyi izleyip izleyemeyeceğimizi, neyi okursak beynimizin bulanıp ülkeyi ateşe vereceğimizi falan bizden iyi biliyor. o yüzden rtük engeline takılır sanki.
ikinci çekincem o ringe çıkaracağım ulu türk meşhurlarıyla alakalı. yani nihat doğan çıkıp küçük onur'u nakavt ederse, akabinde küçük onur'un sedat abisini aramayacağına nasıl emin olacağız? aradığı an bizim proje bu sebepten afaroz edilir. o girdiğimiz borç da bize kaçar.
bunları düşünmek lazım. bu faktörler olmasa çok eğlenceli olabilir ama. nefis olur hatta.
frankfurtun methini ben de duydum; bu seçenek daha aklıma yatıyor şu an için.
Yorum Gönder